betist ankara escort izmir escort bayan Bahçeşehir Escort bonus veren Betoffice Mebbis Giriş tipobet betkom 1win jojobet casibom
Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Mehmet İslam Güven Tazeledi

Saadet Partisi Gaziantep il başkanı Mehmet İslam 8. Olağan kongrede tekrar il başkanı oldu.

Saadet Partisi Gaziantep il

Yapılan kongrede yeniden il başkanı seçilen Mehmet İslam, Kongrenin milletimize ve ülkemize hayırlı olmasını diledi.
Kongrede konuşan Saadet Partisi Grup Başkan Vekili Av. Bülent Kaya, Saadet Partisi’nin en büyük zaferi için bir araya geldiklerini belirtti. Kaya konuşmasının devamında şu ifadelere yer verdi:
‘’Değerli Saadet Partililer, Erbakan hocamızın deyimiyle “Yürekleri dağlar kadar büyük ve azimleri kayalar kadar sağlam Milli Görüşçüler”… Şu anda bu salonda Saadet Partisi’nin en büyük zaferi için bir araya geldiğiniz için yalnızca bir parti çalışmasına katılmış olmadığınızı sizlere hatırlatmak isterim.
Sizler; insanlığın ve Türkiye’nin vicdanını, ülkemizin taşıdığı tarihi sorumluluğun yükünü omuzlayan bir hareketin mensuplarısınız.
Sizler, iktidar sahipleri yalnızca kınamakla yetinirken Filistin için yola çıkanların, adım atanların yol arkadaşlarısınız.
Sizler, yapılması gerekeni başkalarından beklemeyip göreve, zahmete, fedakarlığa talip olanlarsınız.
Şu anda bizler burada Saadet Partisi il kongremizi gerçekleştirirken Saadet Partisi’nin 4 inanmış vekili Filistin’de yaşanan hak ihlallerini yerinde tespit etmek, dünyanın dikkatini biraz olsun bölgedeki vahşete çekebilmek, bunun yanı sıra hem Türkiye parlamentosuna hem de dünyanın diğer parlamentolarına örnek olmak için yola çıktılar.
Bize seçim öncesindeki ittifak tercihlerimiz nedeniyle “Ümmeti yalnız bıraktınız” diyenler ile bugün Filistin konusunda yalnızca kınama mesajlarıyla zaman kaybedip, Filistin’i yalnız bırakanlar aynı kişiler.
Bize “Ak Parti düşerse Kudüs düşer” diyenler Kudüs düşerken İsrail büyükelçisini sınır dışı etmekten bile korktular. İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesen Bolivya kadar olamadılar ne yazık ki.
Maalesef bugün Türkiye’nin yapması gerekenleri hep başkaları yapıyor. Türkiye’nin, İsrail büyükelçisini göndermesi gerekirken İsrail kendi isteğiyle büyükelçisini geri çekti.
Türkiye’nin ticari anlaşmaları iptal etmesi, İsrail ile özellikle gıda ihracatını durdurması gerekiyordu ama yapılmadı. İsrailli süpermarketler boykot amacıyla Türkiye’den ithalatı durdurdu.
Meclis’te insan hakları ihlallerini tespit etmek amacıyla heyet oluşturma önerisinde bulunduk Fakat bunu da reddettiler. Sivil Toplum Kuruluşu gibi miting icra ederek Filistin’e destek olmaya çalışanlar “Biz sivil toplum kuruluşu değiliz” diyerek bu önerimizi dikkate almadılar. Ancak bir hafta sonra İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bir heyet oluşturarak Gazze’ye gitme kararı aldı. Fakat bir türlü bunun için gerekli adımı atmadılar.
Hayra motor şerre fren olmak için Meclis’e giden Saadet Partisi grubu “Ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağız” diyerek inisiyatif aldı ve Gazze’ye doğru yola çıktı. Bu nedenle bugün burada bulunurken nasıl büyük bir misyonun temsilcisi olduğunuzun bilinciyle, farkındalığıyla başımız dik bir şekilde buradayız, Filistin’in haklı davasının yanındayız.

Ekonomi

Hepimiz yıllardır Cumhuriyetin 100. Yılını heyecan ama daha çok merakla bekliyorduk. 100. Yılda bizlere bırakılan bu aziz mirasın refah ve özgürlüklerle, kalkınmış ve güçlü bir ekonomi ile, niteliği artmış ve yeni atılımlara imkan verecek bir demokrasi ile taçlanmasını bekliyorduk.
Fakat ne yazık ki ne milletimizin ne de ülkemizin bu beklentilerine karşılık verilmediğini görüyoruz.
21 yıldır iş başında olan Ak Parti hükümeti; 2023’ü milletimiz için bir dönüm noktasından çok sorunların biriktiği ve birbirine dolandığı bir düğüm noktası haline getirdi.
Bugün Türkiye, en kırılgan ekonomilere sahip ülkelerin başında, demokrasi endeksinde en alt sıralarda, enflasyonun en yüksek olduğu istikrarsız ülkelerin arasında ve vatandaşları mutsuz olan ülkelerin en hak edilmedik yerinde bulunuyor.
İktidar bir süredir milletimize sürekli yeni bir tarih veriyor. Sürekli olarak ileriyi göstererek işleri yoluna koyacağı illüzyonu ile zaman kazanıyor. Sadece tarihleri değil, hedeflerini de sürekli güncelleyen bir iktidar var karşımızda.
Merkez Bankası geçtiğimiz hafta enflasyon hedefini %58’e çıkardı. 2011 yılında bahsettiği 2023’te İlk 10 ekonomiye girme vaadini ise 2053’e ertelediler.
Ne yazık ki bırakın 12 yılı, 1 yıllık hedeflerini bile tutturamayan bir hükümetin 30 yıllık öngörülerine ve planlarına güvenmek noktasında ihtiyatlı olmamız için fazlasıyla nedene ve tecrübeye sahibiz.
Geçtiğimiz yıl orta vadeli programda hedeflenen enflasyon, işsizlik ve döviz kuru tahminlerinin nasıl tutmadığını, tutmamaktan öte nasıl bir hayal kırıklığı ve hepimiz için ders olarak kaldığını gördük ve çokça konuştuk.
Bugün ekonomide, eğitimde, adalette, sağlıkta, teknolojide hülasa bizi ileri götürecek her alanda olan bitene baktığımızda iktidarın kağıt üzerinde yazdıklarıyla gerçekler arasında büyük bir uçurum var. İktidar, her seferinde kağıt üzerinde çok güzel planlar, programlar, projeler, vaatler sunuyor fakat günü geldiğinde bunların çok uzağında bir tabloyla bizi baş başa bırakıyor.
Çünkü bu iktidar bize 2023 yılında kişi başı milli gelirin 25 bin dolar olacağını söylemişti. Fakat bugün 12 bin doların altındayız.
Çünkü bu iktidar bize, enflasyonun tek hane olacağını söylemişti, tıpkı 3 yıldır “6 ay sonra”ya zaman verdikleri gibi… Oysa bugün resmi olarak %61, gayrı resmi olarak %130’lara varan bir enflasyon var.
Bu iktidar bize “İlk 10 ekonomi” arasına gireceğimizi söylemişti. Aradan geçen 12 yılda bu hedefi yeniden bir vaat olarak sunmaktan öteye gidemedi.
İktidara göre biz parmakla gösterilen ülkeler arasına girecektik… Oldu mu derseniz, oldu… Ama maalesef gıpta edilecek bir yerde olduğumuz için değil ibret alınacak bir halde olduğumuz için parmakla gösterilen bir ülke olduk.
Çünkü Sudan, Zimbabve, Surinam, Libya, Afganistan gibi iç savaşın, istikrarsızlığın olduğu ülkelerle aynı kategorideyiz. Hem de sadece ekonomide değil pek çok alanda. Nerede ülkeler hakkında istatistikleri gösteren bir harita varsa Türkiye, en kötü ülkeler arasında gösteriliyor.
Bugün ne yazık ki, Türkiye tüm bu göstergelere göre en yüksek gelir dağılımı adaletsizliği olan üçüncü ülkedir.

Eğer bir ülkede gelir adil paylaşılmıyor, servet belli bir zümrenin elinde toplanırken milletin büyük bölümü yoksulluk sınırının altında yaşıyorsa orada millet olma duygusunu sağlayan değerler yozlaşır, zedelenir ve aidiyet körelir.
Bugün gençlerimizin gözünü yurt dışına çeviren, vatandaşları kendi ülkesine kırgın hale getiren işte bu sorundur.
Sürekli olarak “Milli irade” vurgusu yapanların geçtiğimiz 3 yıldaki ekonomi politikalarıyla o iradeyi nasıl görmezden geldiğini; faiz politikaları, KKM ve benzeri uygulamalarla nasıl servet transferi yaptığını, fakirden alıp sermaye sahiplerine aktardığını gördük.
Asgari ücretle çalışan emekçinin, kirasını ve aylık masraflarını ancak karşılayabilen memurun, açlık sınırının altında ücret alan emeklinin, birikimi olmayan milyonlarca insanın emeğinin servet sahiplerine nasıl aktarıldığını hepimiz gördük.
Belli ki iktidar, gelir dağılımında adaleti sağlama konusunda ya ciddi olmadığından ya da bunu mümkün görmediğinden bu hedefin nasıl gerçekleştirileceği konusunda bir strateji ortaya koymuyor, dahası koyamıyor.
İsminde Adalet olan iktidar partisi, hem ekonomide hem de hukukta büyük bir adaletsizliğin kaynağı haline gelmiş durumda.
Suç örgütleri ile mücadele
İktidar şimdiye kadar hep kendi neden olduğu sorunları çözme vaadiyle bugünlere geldi.
Enflasyonu %100’levent çıkaran sanki başkasıymış gibi enflasyonu düşüreceğiz diyor mesela.
Şimdi de suç örgütleriyle mücadeleye başladılar. Ne gariptir ki önceki içişleri bakanı zamanında elini kolu sallayarak dolaşan suç örgütleri birer birer yakalanıyorlar.
Bugün haftada en az 3-4 suç örgütü yakalanıyorsa bu kadar suç örgütünün dışarıda ne işi vardı diye sormak lazım.
Bu kadar suçu elbette yine bu iktidar biriktirmiştir. Ama sorunun kaynağını örtmek için sanki Süleyman Soylu bu ülkede bakanlık yapmamış gibi geçmiş 4 yılı unutmamız isteniyor.

İşte yargıda rüşvet iddiaları…
Bu iddialarla ilgili adım atmak yerine bunu gündeme getiren gazeteciyi tutuklamaya tercih ediyorlar.
Ülkede adalet yalnızca iktidar partisinin tabelasına kalmış gibi görünüyor.
Yeni Ekonomi Politikaları
İktidar, her zaman olduğu gibi kendi hatalarının bedelini desteğini istediği alt sınıflara yüklüyor.
Ucuz kredilerle sermaye transferi yaptıkları kesimlerin kazancına dokunmayan iktidar; bütçe açığını yoksulluk sınırının altında maaş verdiği asgari ücretliden, memurdan, emekliden, esnaftan aldıklarında kapatmak istiyor.
Yolsuzlukların ve rüşvetin önünü kesmek, kamudaki israfa son vermek, birincil olmayan harcamaları ertelemek yerine memurun cebindeki yol parasına, asgari ücretlinin cebindeki market parasına, esnafın kazancına göz diken bir ekonomi yönetimi var.
Hükumet, birkaç yıl önce uygulamaya başladığı akıl dışı politikalar hakkında kendisini uyananlara kulak vermek yerine “mandacı” demeyi tercih etti. Oysa uygulanan o politikaların bedelinin bugün yaşadığımız enflasyon, hayat pahalılığı, yüksek vergiler, fahiş zamlar olduğu açıktı.

Hükümet, şimdilerde sanki çok büyük bir fikirmiş gibi enflasyonu düşürmek için parasal sıkılaşmayı tercih ediyor.
Eylül 2021’de başlayan yolun sonu şu an yaşamakta olduğumuz bugünlere çıkıyordu. Biz görüyor ve uyarıyorduk. İktidar ise son son sürat gaza basmaya devam etti.
Bugün bir gecede yapılan fahiş vergi artışlarını konuşuyor, memura emekliye verilen zamlar daha cebe girmeden eriyorsa; hükumette işin sonunu düşünecek bir akıl olmadığındandır.
Fakat hükümet, tüm bu olanlar için sürekli olarak kendisinden başkalarını suçlu göstermeye çalışıyor. Ya dış güçler, ya market lobisi, ya pazarcılar, ya ev sahipleri… Suçlu sürekli değişiyor ama mağdur hep aynı; milletimiz…
Yerel Seçimler
Yerel yönetimlerde Milli Görüş belediyeciliğine ihtiyaç var. Şehirlerimiz insani ve İslami paradigmalardan yoksun şekilde her gün daha da rant odaklı büyüyor. Bu büyüme insanımızı adeta yutuyor.
Bu rant odaklı büyüme, şehirlerimizin tarihini, kültürünü, estetiğini, ruhunu, zarafetini yok ediyor.
Rahmetli Turgut Cansever’in bir sözü var “Estetik tevhid’den bağımsız değildir” diyor. Bizler, “Önce ahlak ve maneviyat” düsturunu ilke edinmiş bir hareket olarak, her işimizde olduğu gibi şehirlerin de buna göre inşa edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Ahlak ve maneviyat, yalnızca ilim tahsil etmekle ya da bir takım ritüelleri yerine getirmekle, bazı gereklilikleri yerine getirmekle sağlanmaz. Ahlak, toplumsal düzen ve ekonomi politikle doğrudan ilişkilidir. Eğer şehirlerimiz insani değerlerden yoksun büyüyorsa şehrin içindeki yaşam da buna göre şekilleniyor.
Şehir, nesillerin geleceğe hazırlandığı habitattır. Bu habitatın kendisinde insani değerler göz ardı edilmişse orada yaşayanların değerleri de zarar görmeye başlar. Yine rahmetli Teoman Duralı hocanın bir sözü var “Hayatında bir fidanın olgunlaşmasını izlememiş, bir kuzunun doğumuna şahit olmamış çocuklara Allah’ı anlatmaya çalışıyoruz.” Bugün onlarca İmam Hatip açılmasına rağmen yeni neslin değerlerimize yabancı bir şekilde büyümesinin sebeplerinden bir tanesi işte bugün ekonomisiyle, şehir kültürüyle ülkenin geldiği durumdur.
Tüm bu nedenlerle Türkiye’nin, belediyeciliği yalnızca şekli sorunları çözmek ya da bir takım rutin işleri yürütmekten ibaret görmeyen bir anlayışına ihtiyacı var. Bu anlayış Milli Görüş’te, Milli Görüş ise burada Saadet Partisi’ndedir.
Biz Saadet Partisi olarak şehirlerimizin daha yaşanabilir, güvenli ve çevreci bir yer haline getirme sorumluluğunu taşıyoruz. Bizler, verilen görevleri emanet olarak gören bir anlayışa sahibiz. Bu bizim hem inancımız gereği hem de bize gösterilen teveccühün yüklediği doğal bir sonuç.
Bu nedenle; şehir planlaması, altyapı, çevre koruma ve toplumsal hizmetler gibi konularda tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi insani değerleri, “önce ahlak ve maneviyat” ilkesini esas alıyoruz. Ahlak, toplumsal yaşamın hem belirleyicisi hem de sonucudur.
Sürekli koşturmacanın, telaşın, bir yere yetişme kaygısının olduğu; trafikte sıkışıklığın, kentleşmede çarpıklığın, altyapıda yetersizliğin olduğu bir şehirde insanların yaşama biçimi de buna göre şekilleniyor.
Rahmetli Turgut Cansever’in ifadesiyle “Adaletsiz şehirleşme düzenini kurduğunuz zaman insanları da adaletsizliğin beraberinde getirdiği yağma düzenine düşürmüş oluyorsunuz.”
Bu nedenle şehir demek aynı zamanda medeniyet demektir. İslam’ın neşvu nema bulduğu “Medine” şehrinin ismi “medeni” kökünden gelir.
Şehir bir medeniyetin hem inşa edildiği hem de medeniyet değerlerinin yansıtıldığı yerdir. Bu nedenle şehirleri gelişigüzel inşa edemeyiz. Şehir demek, nesillerin büyüyüp geliştiği ve ürettiği yer demektir. Evlatlarımızın daha ahlaklı, daha çalışkan, daha üretken, daha adil ve daha iyi olmasını istiyorsak şehirlerimizi de buna göre inşa etme dirayetini göstermemiz ve idarecilerden bunu talep etmek gerekiyor.’’