Paris’in En Eski Restoranları

s Keşfet Sanatı, bohem ruhu ve türlü türlü romantik hisleriyle Paris, dünyanın en etkileyici şehirlerinden biri. Üstelik kültürü ve tarihi anlarıyla olduğu gibi yeme içme yaşamıyla da son derece ilgi çekiyor. Bizler de; masa köşelerinden, çerçeve kenarlarından ya da kapı eşiklerinden göz kırpan bu anları keşfetmek için küçük bir tura çıkıyoruz. İşte Paris’in en eski […]

Paris’in En Eski Restoranları

s

Keşfet

Sanatı, bohem ruhu ve türlü türlü romantik hisleriyle Paris, dünyanın en etkileyici şehirlerinden biri. Üstelik kültürü ve tarihi anlarıyla olduğu gibi yeme içme yaşamıyla da son derece ilgi çekiyor. Bizler de; masa köşelerinden, çerçeve kenarlarından ya da kapı eşiklerinden göz kırpan bu anları keşfetmek için küçük bir tura çıkıyoruz. İşte Paris’in en eski restoranları…

La Tour d’Argent (1582)

Paris’in 5. bölgesinde konumlanmış olan La Tour d’Argent, sıklıkla Avrupa’nın en eski restoranları arasında anılıyor. Mekanın şef Rourteau tarafından 1582 yılında kurulduğu yaygın kaynaklar tarafından kabul edilmekte. La Tour d’Argent, esas olarak Seine Nehri’ni içine alan ve Paris’in dillere destan katedrali Notre Dame’ı kucaklayan manzarası ile ünlü.


Burada, bir gün batımı eşliğinde yiyeceğiniz yemeği hayatınız boyunca unutamayacağınızı elbette bizim söylememize gerek yok. Amma velakin, kırmızı şarap eşliğinde pişirilmiş salyangoz ve siyah truffe mantarından oluşan giriş tabağının 91 Euro olduğunu göz önünde bulundurursak, geçerken uğramanın zor olduğu yerlerden biri olduğunu anlayabiliriz.

Bouillon Chartier (1896)

XX. yüzyılın başlarında tren garı olarak kullanılmış Bouillon Chartier; yüksek tavanı, nostaljik avizeleri ve ev usulü yemekleri ile samimi bir ambiyansa sahip. En iyi kalite ve lezzette, tıpkı evde olduğu gibi rahat yemekler bulabiliyorsunuz. Paris standartları düşünüldüğünde fiyat, lezzet ve ambiyans dengesi harikulade. Fransız mutfağının gerçekten en doğal ve sade halini arıyorsanız, Chartier tam size göre. Giriş yemeklerinde avokado soslu karides, ana yemeklerde bebek patates garnitürü ile ördek confit ve tatlılarda efsanevi baba au rhum önerimiz.

Le Procope (1686)

Birbirinden şık restoranların yer aldığı Paris’in 6. bölgesinde, bir de şehrin en eski mekanlarından biri olan Le Procope bulunuyor. Pasaj sevenler için söyleyelim; “Cour du Commerce-Saint-André” Pasajı’ndan geçerek mekana ulaşabiliyorsunuz. Le Procope için 17. ve 18. yüzyılların entellektüellerinin mekanı desek fazla olmaz herhalde. Zira Voltaire, Diderot, Rousseau, Balzac, Hugo ve Verlaine gibi yazarlar mekanın müdavimleri arasındaymış. Ayrıca Fransız Devrimi sırasında Robespierre, Danton ve Marat gibi tarihe mal olmuş karakterlerin bu restoranda buluştukları söylentiler arasında yer alıyor.

Le Procope, bugün geleneksel Fransız mutfağını layığıyla tatmak için ideal adreslerden sadece biri. Başlangıç için burgonya salyangozu, ana yemek olarak ise 1686’dan beri aynı tarifle yapılan güveçte buzağı denemeye değer.

Le Grand Vefour (1784)

Palais-Royal’in bir zaman tüneli gibi uzayıp giden galerilerinden Beaujolais’de bulunan Le Grand Véfour’un kökleri 1784’e kadar dayanıyor. İlk açıldığında sadece kafe işlevi gören mekan, 1820 yılında Jean Véfour’un satın alması ile restoran niteliğine kavuşmuş. Böylece kendi döneminin en göz alıcı gastronomik restoranlarından biri de hayata geçmiş oluyor. Zamanın politika ve sanat sahnesinin tanıdık simalarından Bonaparte ve Joséphine, Mac Mahon, George Sand, Lamartine, Victor Hugo gibi kişiler Véfour’un müdavimi olmuş.

Bugün 2 Michelin yıldızına sahip olan restoran XX. yüzyılda da; Jean Cocteau, Jean Marais, André Malraux, Louis Aragon, Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir gibi tanıdık simaları konuk etmeye devam etmiş. Ayrıca Le Grand Véfour’u bugün ünlü Şef Guy Martin’in yönettiğini de söyleyelim.

Restaurant Le Rocher de Cancale (1846)

XIX. yüzyılda büyük bir sükse yapmış olan Le Rocher de Cancale, o yıllarda tiyatro ve opera sonrası ziyaret edilen ve istiridyeleri ile ünlü olan bir restoranmış. 1820 yılında kurulan bu zarif mekandan içeri girdiğinizde; Montorgueil Mahallesi’nin 1800’lü yıllardaki ruhuna yüzyılları devirerek hızlı bir geçiş yapıyorsunuz.

Bu tipik ve eski Paris brasserie’si sade, taze ve doğru bir yemek için ideal. Yaz aylarında ister öğle yemeği, ister akşam yemeği ya da sadece bir kadeh içki almak için mekanın terasında kendinize bir yer bulmalısınız. Kişi başı, aşağı yukarı 25 Euro ile keyifli bir yemek yiyebilirsiniz.

Montparnasse 1900 (1858)

XX. yüzyılın başlangıcında Montparnasse Mahallesi’nin tarihine damga vuran, çılgın senelerin kalbinin attığı yerlerden biri “Montparnasse 1900”. O yıllarda Paris’in tüm entellektüel ve artistik yaşantısının buluştuğu efsanevi mahalle, döneminin bohem kültürüne eşlik ediyordu. Picasso, Modigliani, Cocteau ve Fitzgerald gibi büyük ressamların, yazarların ve de sanatçıların iz bıraktığı mekanlardan biri de Montparnasse 1900 idi.

1858 yılında açılan restoran, Art Nouveau tarzı bir dekorasyona sahip. Mekan, 1984 yılında Fransa’nın koruma altındaki tarihi yapıları arasına girmiş. Restoranın “Belle Epoquée” isimli menüsü Fransız mutfağının en geleneksel ve bozulmamış örneklerini orijinaline sadık kalarak misafirlere sunuyor. Giriş yemeğinde kaz ciğeri, ana yemek olarak yeşil biberli dana onglet ve kapanışta Fransız bir klasik olarak crème brûlée alabilir, üstüne de bir kahve içebilirsiniz. Yemeğinizin yanına güzel bir Fransız şarabı eşleştirmeyi de unutmayın.

Les Deux Magots (1873)

Her ne kadar artık bilmeyen kimse kalmamış olsa da, böylesi bir listede “Les Deux Magots”ya yer vermemek olmazdı. “İki Çinli heykel” anlamına gelen mekanın ismi, daha önce aynı yerde bulunan türlü türlü eşyalar satan mağazadan alınmış büstlerden geliyor. 1812 yılında ilk olarak Buci sokağında kurulan Les Deux Magots, alanını büyütmek adına 1873 yılında şimdi bulunduğu yere yani St-Germain-des-Prés’ye geçiyor. İki Çinli heykel, halen restoranın ortasında tarihe şahitlik etmeye devam ediyor.

Bu eski kokulu ve şık mekandan kimler gelip geçmemiş ki… Verlaine, Rimbaud ve Mallermé sıklıkla Les Deux Magots’da buluşurlarmış. Louis Aragon, André Gide, Picasso, Jacque Prévert, Ernest Hemingway, André Breton, Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir, restoranın diğer yıldız müdavimleri arasında yer alıyor. Döneminin politika, sanat, edebiyat ve felsefe dünyasını iskemlelerinde misafir etmiş olan Les Deux Magots, bugün ise oldukça turistik bir karaktere sahip ve tüm dünyada tanınıyor.

Belki uzun uzadıya bir yemek için oturmasanız bile Fransızlar’ın meşhur tatlısı “tarte tatin” eşliğinde bir kahve için duraklayabilir ve bu tarihi mekanın kokusunu içinize çekebilirsiniz.

Café de Flore (1887)

Les Deux Magots’nun kardeşi sayılacak olan “Café de Flore” da en az onun kadar tarihi, edebi ve sanatsal bir geçmişe sahip. İsmini mitolojik bir tanrıça olan Flore’ün aynı bulvarda bulunan heykelinden almış. 1913 yılında ünlü yazar Guillaume Apollinaire’in mekanı keşfetmesi üzerine namını sanat çevrelerinde duyuran Café de Flore’da, sıklıkla sürrealistlerin buluşmaları gerçekleşiyor. Böylece Café de Flore, elit entellektüellerin uğrak restoranlarından biri haline geliyor.

Bugün hala turist akınına uğramayı başaran Café de Flore’u, bir de Jean-Paul Sartre’ın şu satırlarından dinleyelim: “Sabahın 9’undan öğlene kadar çalıştık, sonra öğle yemeği yedik. İki saat sonra geri gelip arkadaşlarımızla saat 8’e kadar çene çaldık. Akşam yemeğinden sonra randevu vermiş olduğumuz kişiler ile görüştük. Bu size garip gelebilir ama Flore’daydık, evimizde.”









Exit mobile version